Feeds:
Yazılar
Yorumlar

Archive for Ekim 2008

hayal…

Bilinçli rüya görmek gibi bir şey aslında hayal kurmak…

Tüm değişkenleri gönlünce yönlendirmek gibi sanki…
…sanki gündüzü gece yapıp güneşi batıdan doğurabilmektir …
…doğuşuna karar vermektir ufaklığın…
…ufak bir mutluluğu kocaman yapmak elindedir…
…elinde olan güzellikleri ise doyumsuzlaştırmaktır…
…doymamış tek can kalmaz rüyalarının köyünde…
…köyden yayılan koku ise kır çiçeklerinindir…
…çiçekler alırsın sokaktaki çingeneden beş kuruşa ve o çiçeklerle mutlu olur annen…
…annesinin elinden tutan çocuk ise karşı kaldırımdan sesi gelen yaşlı amcadan alır balonlarını…
…balonla havalanırsın ve seyredersin grubun kızılını…
…kızıl kanının rengidir aslında ve kanda hayatının…
…hayat denen yolda yürürsün gündüz gece…
…geceler ise sabah aydınlığına en yakın olduğun zamanlardır…
…zaman ise her şeyin ilacı…
…ilaç dediğinse çoğunlukla kelimelerde saklıdır…
…saklı olan her mutluluğu ise sevdiğinde ararsın…
…arayıp bulamadığın ise ayrılığa çaredir…
…çare olmaya çalıştığın ise naçar…
…çaresiz kaldığın her noktada ise sığınacağın yine hayallerindir…
…hayal kurmaksa tüm değişkenleri gönlünce yönlendirmektir…

Read Full Post »

:)

Sevmem ben iç karartıcı havayı..İsterim her daim aydınlık olsun.. Tüm renkler daha bir canlıdır tüm insanlar ise daha mutlu sanki..

Kasvetli havaları sevmem ben..

İsterim cömert olsun güneş… Girmesin araya gri gri koca koca bulutlar..

Ben sevmem sonbaharı..

Kararır içim.. Gücüm, dermanım kalmaz.. Yatıp kalkıp bitmesini beklerim sonbaharın…

Ama bu sonbahar farklı..

Çünkü karanlık, kasvetli, dermansız günlerime sen geldin..

Artık ışığım gök yüzünden değil kalbimden geliyor..

Hoş geldin yar..

Read Full Post »

Kısssssmet :)

Şans, taliiih, kader, kıssmmetttt beeeşşşş kuruuuuş :)Eski zamanlarda her köşe başında bir kısmetçi olurmuş.. Sevimli tavşan ailesinin seçtikleri kağıtlardan beş kuruşa sözüm ona kısmetlerini okurlarmış…

Yakın zamanda Sultanahmet çevresinde denk geldim böyle bir kısmetçiye.. Nostaljik Türk filmlerinden kalma sahneyi canlandırmak için okşadım tavşanın kafasını ya kısmet dedim 🙂

O vakit sadece yüzümü güldüren iki mısralık kafiyeli bir yazı okudu yaşlı amcam.

Tavşanın çektiği kısmetim bir tanesiydi ancak kısmet üstüne yazılan çoook.

Bu yazının sonunda nüktedan bir örneki var mesela .. Hikayesi de mevcut ayrıca 🙂

Önce hikayeden başlayalım..

Kanuni’nin Hürremden olan kızı Mihirmah sultan ile evlenen Rüstem Paşa bu hikayenin esas oğlanı.

Rüstem Paşa dönemin baş veziri ve sevmeyeni çok etrafında.
Mihrimah sultan ile evleneceğini duyan bu düşmanlar hemen bir dedikodu yayarlar saray çevresinde.. Söylentilere göre Rüstem Paşa cüzamlıdır.
Dedikodu ya bu… Yerinde durmaz. Kanuni’nin kulağına çalınır kısa sürede.

Kanuni hemen buyurur buyruğunu ve saray hekimlerini dedikodunun doğruluğu var mı diye gönderiverir Rüstem Paşa’ya…

Hekimler Paşa hazretlerini bir güzel muayene ederler ve sonucunda cüzam değil bit bulurlar 🙂

Ancak yorumları şu yönde olur. “Bit, cüzamlıya gitmez…”

Bu sonuç ise Rüstem’in Mihrimah’a kavuşması için son engeli de ortadan kaldırır..

Son kozları olan dedikodunun da ellerinde patlaması ile düşmanlar ise son çamurlarını işte şu iki mısra ile atarlar:

“Olacak bir kişinin bahtı kavi, talihi yar
Kehlesi dahi mahallinde onun işine yarar”

Kavi: Güçlü / Kehle: Bit, haşerat
E artık bu kıssadan ufak bir hisseyi de çıkarmak bizlere düşüyor sanırım 🙂

Read Full Post »

Anlat.. Bir duvar bul ona anlat…
içinde olanı biteni anlat.. haykırışlarını, duygularını, acını, planlarını anlat…

bul… bir şey, bir yer, bir kimse… ne bulursan bul.. ona anlat…

kalmasın içinde, tutma içerlerde… kemirir seni düşüncelerin.. erken ölürsün

acını akıt.. mutluluğunu paylaş.. hedeflerini beraber tart…

cevap almak zorunda değilsin.. dinlesin yeter..

insansın sen.. en büyük ilacındır kelimelerin…

salıvermessen aklından geçenleri sarıverir hepsi tüm göğsünü… atıp duran kalbinin arkasında
bir yerlere çökerler… sıkışırsın… erken ölürsün

tutma, kalmasına izin verme, salıver.. anlat..

bir duvar bul ona anlat..

Duvarım olur musun?

Read Full Post »

Bir Bakın Etrafınıza

 

Bir bakın etrafınıza.. Sonra biraz daha uzaklara bakınız.. Sonra biraz yukarılara çıkıp seyre durun alemi…
Etraftan başlayalım…

Camdan klaksiyon sesleri geliyor, hemen ardından bağrışmalar ve küfürler… Sesler gayet bariton ve cinsiyetlerini hemen belli ediyor.

Gecenin bir yarısı tıkırtılar duyuluyor bir evde ev sahipleri kalkmaya korkuyor.. Sesler kesilince uyandıklarında pahada ağır her şeyin uçtuğunu ve yerde ki çamurlu ayak izlerini görüyorlar. Nerden baksan 45 numara.. Hırsızın cinsiyetini ele veriyor her şeyden önce…

İş yerinden çıkıyorum, üzerime üzerime bir kaç tip geliyor ve sigara istiyorlar. Biri benle konuşurken diğeri göbeğini kaşıyor ve yine hangi cins olduğunu belli ediyor.

Yolda yürürken karşıdan bir amcam geliyor ve boğazını bir hoş sada ile temizleyip imzasını yere çakıyor. Yaşam alanlarını çizmek isteyen vahşi hayvanlarda olduğu gibi kokusunu, izini bırakıyor.

Sonra biraz daha uzaklara bakmaya çalışıyorum. Gözüme silahlar ilişiyor ve bu silahları alıp satan tacirleri görüyorum. Yine yeniden aynı cins insanlar…

Az önce gördüğüm kalaşnikofu -ki bu silahı ve diğer tüm emsallerini de üreten yine aynı cins- şimdi bir başka er kişinin bir canı almak üzere kullandığını görüyorum.

Diğer yönlere göz ucuyla bakıyorum.

Kuma gömülmüş bir insan var orada.. Etrafında ise hem olmayan cinsleri var o zavallının. Recim ediyorlar, taşlayarak öldürüyorlar…

Dayanamayıp başka yönlere kaçırıyorum gözlerimi. Yolsuzluklar listesi sıralanıyor önüme. Neredeyse hepsi yine XY kromozomlu arkadaşlar.

Semaya çıkıp seyre devam ediyorum. Ama bu sefer geçmişi, çok geçmişi seyreyliyorum ve ilk insanları görüyorum. İlk cinayete tanık oluyorum dünya üzerinde. İlk defa bir insanın kanı diğer bir insan kanı tarafından akıtılıyor.
Hem de kardeş kanı.. Habil ve Kabil’de birer erkeklerdi…

Sonra kulağıma bir söz fısıldanıyor ve bugüne geri dönüyorum. Ancak sözler Cumhuriyetin ilk yıllarından geliyor…

“İnsan topluluğu, kadın ve erkekten mürekkeptir… Kabil midir ki, bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de, kütle ilerleyebilsin”

Kadın denen varlık olmasaydı bu dünyanın yaşanabilir olması imkansız olurdu.

İyi ki varsınız!!!

Read Full Post »

Buçuk Buçuk Büyümek

 

Çocukken her attığımız adım büyümek için atılır. Tüm planlar büyüyünce yapılacak şekilde kurulur.
Ben 12 yaşında olmayı çok isterdim küçükken. Çünkü 7’den 77’ye herkesin sevdiği o uzun saçlı, bol yüzüklü adam her Pazar günü arabanın ön koltuğunda 12 yaşını doldurmadan oturmamamı tembihlerdi bana.

Siz hiç 68 (buçuk) yaşında bir kimse duydunuz mu? Ben duymadım. Ama biz çocuklar büyüyünceye kadar her yaşımız buçuklu yaşarız. Büyümek, adam olmak, anne – baba olmaktır idealimiz.

Adım adım büyürüz ve büyüdükçe büyüklerimize benzeriz… Büyüdükçe çocukluğumuzdan uzaklaşır içimizde ki o haşarı veledi , o cadı kızı yontar, bir kalıba sokarız.

Ben korkuyorum. Korku büyük motivasyon faktörü bunun farkındayım bu sebeple korkuyor olmaktan mutluyum. Korkum yaşlanmak değil. Sadece yaramaz, haşarı, hiperaktif… Ne derseniz deyin işte o yönümü kaybetmek istemiyorum.

Bu kaybın önüne geçmek için çocuk Ayhan’ı n ruhunu durmadan besliyorum. Oyuncaklardan, oyunlardan, çizgi filmlerden, çocukça olan her şeyden büyük mutluluk duyuyorum. En önemlisi ise çocuklarla birlikte olmak beni çok yüksek derecede mutlu ediyor.
Sanırım bunlara alıştım ve geri dönüşünü çoktandır alıyorum. Hiç ummadık anlarda çocuk yanım bana farklı bir çıkış kapısı buluyor 🙂

Bugün benim bayramım. Hem de iki defa. Biri çocuk olan biri ise büyük olan Ayhan’ın bayramı. Ulusal egemenliğimi ve çocuk bayramımı yaşıyorum. İlerde de düzen ne olursa olsun ben nerede olursam olayım 23 Nisan’ın bende yarattığı duygunun değişmemesi için elimden geleni yapacağım.

İsteğim ise bugün 24.5 yaşında olan ben 77.5 yaşıma geldiğinde de aynı heyecanla bugünü kutlasın, kutlayabilsin.

Her attığım adım hala büyümek için daha çok büyümek için atılıyor ama ben büyümeye buçuk buçuk devam ediyorum.

Sizler de deneyin hiçbir şey olmazsa biraz daha fazla gülümsersiniz 🙂

Bayramımız kutlu olsun 😀

Read Full Post »

Küçük > Büyük

 

Ne olursan ol, adam ol, kocaman ol, kodaman ol…

Çok bil, çok kazan, çok tanı, çok gez…

Geliş, geliştir, yardım et, elinden tut…

Ama küçül !! Büyüdükçe küçül ve hatta küçült…

Mütevazılığınla küçül, egonu küçült, tatmin sınırını düşür…

Çok büyüyebilmek için “küçülebilmeyi” bilmek gerek…

Read Full Post »

Gözyaşı

 

Gözyaşı.. Gözünün yaşı…
Başka bir şey değil ki bu gözyaşı… Taa derinden geliyor çook derinden…

Ama bu sefer aklımı kurcalayan gözyaşı insanın döktüğü gözyaşı değil.

Şarap… Şarabın gözyaşları..

İçmeyi, tatmayı bilin bilmeyin kadehten bir yudum alınca ya da tadınca şarabı.. Bardaktan süzülmeye başlar şarap… Şarabın gözyaşları akar kadehin yanaklarından…

Şarabın gözyaşına bakınca aklıma çok farklı düşünceler takılır benim… Kimi zaman eski tapınaklara götürür beni kimi zaman Bozcaada’ya..

Kimi zaman dalında bir üzümü düşünürken kimi zaman fermantasyonu öğrendiğim lise sıralarına dönerim…

Şarap içmek herhangi bir alkollü içkiyi içmek gibi değildir… Şarap içmenin bir edebi adabı bir kültürü vardır..

Kokusu, tadı, görüntüsü, saklanışı, tadımı, hazırlanışı, sunumu, servisi, koleksiyonu hepsi ayrı bir ritüel olup hepsinin Şarabın kıymetine ve akan gözyaşına bir etkisi vardır…

Şarap bu kimi zaman keyiften kimi zaman hüzünden akıtır âdemoğlunu gözünün yaşını ama kimse hesaba katmaz kadehin yanağından akan yaşın bakirelerin ayakları altında ezilen üzümlerin gözlerinden aktığını…

İçelim efendim 🙂

Read Full Post »

Yüreğim Yanıyor

 

Yüreğim yanıyor yüreğim…
Haberi aldıktan sonra geceleri dalamıyorum uykuya, gündüz SU içerken her yudumda aklıma geliyor.

Sindiremiyorum içime, kabullenemiyorum.

Kendimi o masumların yerine koyuyorum, titriyorum korkudan.

Durup tahayyül etmeye çalışıyorum yaşananları bu sefer yaşanan kahpeliğe duyduğum sinir yüzünden titriyorum.

Yüreğim yanıyor yüreğim…

Yapılan bu adiliğin hesabını kim verecek diye düşünürken kendimi hırstan dudaklarımı çiğnerken buluyorum.

Yediremiyorum kendime… O yüce Mecliste sandalye alıpta bu saldırıyı yapan ….’lara dağdaki genç diyen haini kabul edemiyorum.

Yine aynı hainin bu durumun sebebi olarak Mehmetçiği hedef göstermesini ise mantığımla açıklayamıyorum.

Köylülerini SU’ya kavuşturmak için oruç ağız çalışıp iftara yetişmek için ev yolunda giderken pusuya yatan kahpe evlatlarının bu masumlara yaptığı namussuzluğu
KA-BUL E-DE-Mİ-YO-RUM

Yüreğimde ki yangını söndüremiyorum…

Al bayrağa sarılmış 12 tabutu görünce ise gözyaşlarımı tutamıyorum…

Read Full Post »

Nemrut

Nemrut Dağı…
Adıyaman ilinin ismini belki de en çok bu yer şekli sayesinde işitirsiniz. Gidenler bilir hırçın dağlar vardır bölgede ve kayalıkların sarp oluşu bu hırçın görüntüyü beslemekte pek cömerttir. Nemrut dağı ise bölgenin en yüksek noktasıdır. O tepeyi uzaktan izlemek ve her bir kaya kıvrımının hayal gücünün yardımıyla zihnimde farklı şekiller yaratmasına izin vermek farklı hisler uyandırdı içimde.

Geçtiğimiz Haziran ayında gitmeye niyet ettim Nemrut’a. Madem o kadar meth ediliyordu gidip görmeliydim. Yol üzerinde bir yerde güneş tam tepedeyken bir molaya karar verdim. Karavana; karpuz, peynir, ekmek. Yaz günü üzerine tanımam bu menünün.
Yer minderinde uzanıp afiyetle mideye indirirken bu lezzetli trioyu kırık dökük bir dürbün ilişti gözüme.

Birkaç dakika önce gördüğüm kartalı daha yakından görebilmek için harika bir fırsattı bu. Ufak birkaç ayardan sonra işe yarar hale geldi dürbün ve seyri kartal başladı. En sonunda yuvası sandığım bir kovuğa konduğunu gördüm. Daha sonra dağı incelemeye başladım ve daracık bir yol gördüm, mekanın sahibine sorduğumda dağa giden yol o dur abi dedi. Zorlu bir yol ve de virajlı ve de dik ve hatta dar ve tehlikeli.

Karpuzun verdiği serinlik ve enerjiyle vaktin yola revan olmak için iyi bir vakit olduğu fikri oluştu kafamda. Yol görüntüsüne sadık kaldı ve yukarda saydığım her türlü sıfatını bir bir cömertçe gösterdi bana. Uzatmaya gerek yok, yol bitti vardım zirvenin eşiğine. Vardım varmasına eşiğe ama binmedim tam zirveye çıkmak için köylünün eşeğine.
Keza istediği parayı verseydim köylüye, iki eşek çıkacaktık zirveye.

Dik merdivenleri tırmandıktan sonra işte zirve karşımda. Bakındım sağıma soluma, uzaklarda Atatürk Barajının gölü hayal meyal görünüyordu, diğer yanda ise uçsuz bucaksız Mezopotamya toprakları uzanıyordu.

Zirvede kocaman bir Tümülüs var ve rivayette odur ki bu tümülüsün içinde zamanın Komagene kralının mezarı ve hazinesi yer almakta. Varsın hazine olmasın, ama var olduğu söylentisi kimi etkenler izin vermeye başladığı süreden bu yana dünyanın dört bir yanından insanı bu dağa çekmeye yetmekte.

Bundan 2000 yıl önce o imkânlar içerisinde benim araba ile zorlanarak çıktığım yere o kralın hükmü o kadar koca heykeli, öylesine koca bir tümülüsü ve en sonunda da kendi cansız bedenini o dağın tepesine çıkartmaya ve/veya yaptırmaya yetmiş.
İnanıyorum ki kral öldüğü zaman naaşını sırtlayıp çıkaran cenaze ekibi, ulvi bir görev yapmanın verdiği bir gururla bu sorumluluklarını yerine getirmişlerdir.

Zirvede iki nehrin arasına doğru esen rüzgarın kulağıma fısıldamaya başladığı bin bir gece masallarına dalmadan önce aklıma bir soru takıldı.
Sordum kendi kendime; Acaba 2000 yıl önce o kralın hükümranlığını mı sürmeyi mi yoksa günümüz tarihinde, var olduğu söylenen hazineye sahip vasat bir insan mı olmayı tercih ederdim.

Varın siz de kendinize sorun bu soruyu…

Benim cevabım, sanırım sorulan soruyu göz önüne alınca az çok tahmin edilebilir olsa gerek.

Read Full Post »

Older Posts »